TARİHÇE Dr. Muhammed Veysel ZortulGarip duygular içerisindeydi. İçinde endişe, korku, heyecan, mutluluk gibi birbirine zıt bir sürü duygu kol gezdiğinden, hangisinin daha baskın olduğunu kestiremediği gibi bunlardan bazen biri bazen de öteki ağır bastığından ruh halini de tam olarak betimleyemiyordu.Ne zaman yağmurlarla canlanıp renklenen çimenlere yolu düşse veya gölgeleri mor bir renge boyayan parlak güneşe rast gelse düştüğü derdin çaresi varmışçasına ümitleniyor ve böyle demlerde ılık ılık esen tatlı rüzgârlar gibi hafifliyordu. Oysa bulduğunu sandığı çareler, avare avare dolaştığı harabelerden de karanlık, sıklıkla açıldığı Akdeniz kadar çalkantılı, kırık gönlü gibi derbederdi.Artık sarayda oturmaktan da korkar olmuştu. Sanki koskoca koridorların hepsi ona çıkıyor, tüm odalar ona açılıyor ve o bazen bir eski zaman aynasından fırlar gibi bazen de bir meçhulden gelmişçesine bir anda karşısına çıkıyordu.Belki de ağırlıklarından dolayı bir türlü yüzemeyen bir geminin yüklerinden kurtulması gibi onu arkasında bırakıp pusulası şaşkın, dümeni kırık, döküntü gemisiyle uçsuz bucaksız okyanuslara açılmalıydı. Ancak gönlüne bir türlü söz dinletemiyordu. Ne zaman bir ayrılık düşünse hemen gönlü devreye giriyor, ondan kurtulmak yerine onunla boğulmayı seçiyordu.Hele yarı örtük kirpiklerini gördükçe maddi varlığı bir hiç hükmüne iniyor ve o, en çok tanıdığı şehirlerde, her köşesine kadar ezbere bildiği caddelerde hatta saklambaç oynadığı sokaklarda kaybolmuş gibi şaşkınlaşıyordu. Yazın ortasında olmalarına rağmen tir tir titriyor ve şayet o an mevsim kışa inkılap etse bu kez de yanıp kavruluyordu. Belki de o dakikada Stratenice şimşek gibi parlak gözlerini bir miktar açıp gözlerine baksa ruhunu da esir alıyor ve Antiochus bir buluta bile gerek kalmaksızın, yağmura hatta doluya tutulmuşçasına perişan oluyordu.İlk kez bu kadar çok sevmişti Antiochus. Öyle çok sevmişti ki, her daim onu düşlüyor, rüyalarında bile kimseye açmadığı kapılarını ona açıyordu fakat yanlış yaptığının da farkındaydı. Ne Stratenice’ye açılabiliyor ne de ondan kaçabiliyordu. Şiddetli bir karın yağdığı ve poyrazın aman vermediği keskin bir kışın ortasında, tüm yolları kapanmış küçücük bir kulübenin içinde mahsur kalmış gibiydi. Kapısını açmasa havasızlıktan ölecek, açtığında ise donacaktı.Antiochus İskender’in generallerinden Suriye Kralı Selevcus’un oğlu, tahtın varisi, tüm krallığın üzerine titrediği biricik prensti. Antiochus nice savaşları kazanmış, önüne çıkan her engeli aşmış kudretli bir gençken son zamanlardaki avare halini hiç beğenmiyordu babası. Bu yüzden hemen bilgin Erasistrates’i çağırmış ve oğlunun derdine çare bulmasını istemişti. Bilgin için kısa bir araştırma yetmişti. Antiochus, Stratenice’ye yani Kral babasının yeni aldığı karısına âşıktı.Şimdi çaresizlik sırası Kral Selevcus’taydı. Böyle bir şey şu koca dünyada kaç insanın başına gelmişti acaba? Bir tarafta krallığının geleceği olan oğlu diğer tarafta ise çok sevdiği eşi Stratenice vardı. Bilgin Erasistrates’e göre, kral fedakârlık göstermeli ve oğlunu aşkına tercih etmeliydi.Kral, bilgine hak vermiş ve aşkını oğluna terk etmişti. Ancak bu karar onun için hiç olmadığı kadar zor olmuştu. Deliler gibi bağlı olduğu Stratenice’den ayrılmak, bir ağacın köklerinden ayrılması gibi acı vermişti ona. Hani bir ağacı kestikten sonra o en derinlere nüfuz etmiş ve bu nüfuzla mukavemeti tahminlerin ötesinde güçlenmiş kökünü de çıkarmak icap eder ya!Hani bu iş yapılırken kök direnir, çıkmak istemez, çıkaran kişinin eline ayağına sürtünür, imkân bulursa çizer hatta yaralar ya!.. İşte Kral Selevcus’un durumu da bundan farklı olmamıştı…
Köşe Yazıları
Yayınlanma: 13 Nisan 2018 - 07:50
Stratenice
TARİHÇE Dr
Köşe Yazıları
13 Nisan 2018 - 07:50
İlginizi Çekebilir